‘Yaz’ olmalı idi ilk söylenen, ‘oku’ değil. Biz tanrısı değil miyiz bilincimizin? Bizim beynimiz değil mi her suçu unutan? Biz değil miyiz ki her düşünceyi çarpıtan? Yazmalıyız ki sözümüz kök salsın, yazmalıyız ki değişen anlamların geri dönebileceği, yeniden başlayabileceği bir evi olsun. Yazmalıyız ki, suçlarımız ve suçluluklarımız ve hatalarımız yüzümüze çarpılabilsin. Bu değil midir hayatımızın anlamı?


Add to Technorati Favorites

Search This Blog

Mar 5, 2008

RealPolitik, Şiddet ve Neoliberalizm I: Duygusal Türkiye

G.'in googlechat kimliğinde bir youtube şarkısı vardı... Keny Arkana'nın "La Rage Du Peuple." 2005'teki Paris protestoları ve o konuda yazdığım bir yazı aklıma geldi... İki sene önce İngilizce yazdığım bu yazıyı Türkçeye çevirip sizle paylaşmak istedim, çünkü sonuç olarak 2005 protestoları bence unutulmaması ve üzerinde tartışılması gereken bir olay. Oldukça uzun olduğu için kısım kısım, 3 gün aralıklarla yayınlayacağım. İlginize.



Fransa’nın parlemontada tartışılan Gençlik Çalışma Yasasını geçirmemesi beni hem rahatlattı, hem de umutlandırdı. Fransız hükümetinin halkı dinlemek zorunda kalması benim için çok önemli bir işaretti. Ancak burada asıl yazmak istediğim, BBC ve New York Times’ın bu konuyu nasıl ele aldıkları. Global medyada, görünüş o ki, iki konu herşeyden daha önemli: RealPolitik ve iyi protesto ile kötü protesto arasındaki fark.

Ama önce Realpolitik ile ilgili kısa bir giriş. Türkiye’de ve muhtemelen çoğu ‘gelişmekte olan ülkelerde’ iç ve dış problemlerin çözümsüzlüğünün en önemli nedenlerinden birisi devlet ve demokrasi içinde modus operandi olarak Realpolitik’i uygulayan kurumların etkili olamaması olsa gerek. Bunun yerine, ülke, hem yerel hem de ulusal katmanlarda, kurumların ve kitlelerin duygusal, refleksiv hareketlerinin ekseninde hareket etmeye zorlanmakta. Bu duygusallık, özellikle Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinde, politik kararların ve gelişmelerin ideolojiler yaratmasına yol açmakta ve dolayısı ile Türkiye’nin insanları kendi ideolojileri çerçevesinde politikalar üretmek yerine, gelişmeleri ideolojileri olarak sahiplenmek durumunda kalmakta sanki. (Bu yazının yazıldığı sırada Türban konusu veya sınırötesi harekat önemli konular değildi, ama bu yazdıklarım onlar için de aynen geçerli).

Sonuçta Türkiye’nin Avrupa Birliği tarafından devamlı kandırıldığı hissi yayılmakta ve insanlar Avrupa Birliği’ne karşı veya taraf olarak saflaşmakta. Bu saflaşmanın oluşturduğu dialektiklerin sınırları genişletilebilir: Türbana karşı olanlar ve olmayanlar, Kürt haklarını savunanlara karşı Türkiye’nin bütünlüğünü savunanlar; Kemalizme karşı olanlar ve onun için kanlarını ‘ölmeye ve öldürmeye’ hazır olanlar. Allah’ın, Marx’ın, Atatürk’ün, Muhammed’in ismi toplantılarda, mitinglerde, yürüyüşlerde, sohbetlerde tekrar tekrar ama gerçek bir anlam ifade etmeden, kulağımıza çalınmakta. Bu da ‘gerçek’ politikaların, ‘gerçek’ isyanların, ‘gerçek’ değişimlerin gerçekleşmesine yardım etmiyor.

Bütün bunları söyledikten sonra asıl argümanımı yapabilirim: Neoliberal Realpolitik batı demokrasisini ciddi şekilde ve çok fazla yerinden hançerliyor.

No comments:

Post a Comment

The counter