‘Yaz’ olmalı idi ilk söylenen, ‘oku’ değil. Biz tanrısı değil miyiz bilincimizin? Bizim beynimiz değil mi her suçu unutan? Biz değil miyiz ki her düşünceyi çarpıtan? Yazmalıyız ki sözümüz kök salsın, yazmalıyız ki değişen anlamların geri dönebileceği, yeniden başlayabileceği bir evi olsun. Yazmalıyız ki, suçlarımız ve suçluluklarımız ve hatalarımız yüzümüze çarpılabilsin. Bu değil midir hayatımızın anlamı?


Add to Technorati Favorites

Search This Blog

Oct 19, 2008

Felsefi Diyaloglar III

Felsefi Diyaloglar: Giriş

Felsefi Diyaloglar I

Felsefi Diyaloglar II


İSTANBUL, EMIRGAN'DA ÇAYBAHÇESİ. BİR TARAF RUMELİ HİSARI... ÖNLERİNDE SEMAVER


Perihan Pekbilir Görece (PPG). Orhan. Bu son konuşmamızda çok fazla üstüme geldin, lütfen durumu entellektüel düzlemin dışına çıkarmayalım.


Orhan Elitoğlu Düşüntaş (OED). Yahu neden bunu bu kadar büyütüyorsun ki. Bu kadar eşitsizlik arasından ve bunca tartışma odağı içinden, cinsiyetlerimizi ön plana çıkarıyorsun ikili ilişkimizle ile ilgili konularda.


PPG. Daha buraya gelirken gözlerinle yedin beni be! Cinsiyeti mi kalmış. Artık şu tartışmayı bitirelim de, sonra şeytan görsün yüzünü.


OED [İçinden]. [Hay Allahım çattık vallahi] - Tamam tamam. kusura bakma.


PPG. Neyse. Ne anlatıyordum. Hah. Putnam diyordum.


OED. Evet evet. Gerçeklik hakkında konuşuyorduk.


PPG. Tamam. Şimdi bu Putnam ki aslında “eski okullu” bir Princeton filozofu bu adam, gerçeklik kavramı üzerine basit bir düşünce deneyi yaratıyor. Bu düşünce deneyinde iki farklı dünya düşlüyor: birisi bizim dünyamız, diğeri ise bizimkine ikiz bir dünya. Bu iki farklı dünyada herşey ama herşey birbiri ile aynı. İnsanlar, dağlar, güneş... Tamamen ikiz iki dünya. Sadece tek bir fark var, su bizde H2O iken orada farklı bir kimyasal yapı, mesela X2Y. Ama bu iki sıvının diğer bütün özellikleri birbirinin aynı. Bu durumda...


OED. Peki. Bu nasıl olacak tam olarak anlayamadım, ama hadi olsun bakalım.


PPG. Şimdi o dünyada bir Orhan'da var. Senin ikizin tamamen aynı. Ve o da, herşeyiyle suya benzeyen X2Y maddesine "su" diyor. Bütün herşey dilsel olarak aynı olsa da, iki su aslında birbirinin aynı değil. Bu da demektir ki, H2O ve X2Y gerçektir ve dahası bu gerçeklikleri kendi içlerinde saklıdır.


OED. Çok afedersin ama bu neden çok önemli bir "düşünce deneyi." Herhangi bir kimyacı da bunu sana söyleyebilirdi.


PPG. İyi de bu düşünce deneyi çok önemli bir felsefi tartışmanın odak noktası. Net olarak söylemek gerekirse, sorulan soru, şeylerin içsel anlamları var mı, yoksa bütün anlamlar (pragmatiklerin söyledikleri gibi) dışsal olarak "signifier"lar tarafından mı yükleniyor:


OED. Anladım. Sonuç olarak H2O’nun ve X2Y’nin “gerçek” fiziksel varlıklar olduğu ve de bu varlıkların diskur dışında da var oldukları konusunda hemfikiriz. Ama sen bunların anlaşılmasının, dil içinde yeniden yaratılmasının ve de iletişim sırasındaki hareketlerinin tamamen görece olduğunu savunuyorsun anladığım kadarı ile. Eğer ki doğa bilimlerini düşünürsek, sana tam katılamıyorum, ama tam da reddedemiyorum. Tarih veya daha “text” ile meşgul alanlara ise istersen sonra girelim çok dağılacak yoksa. Ama tabi ki erkek olduğumdan dolayı korkuyorum azıcık dikte ettirmekten.


PPG – Korkma Orhan’cığım, açık konuşmak gerekirse, kendi sosyal habitatımızda konuşma alanımızı yarattık. Garip bir dinamik oluşturduk. Ama yine de sen dikkati elden bırakma ve unutma, senden, ikram beklemiyorum. Gerekirse kendim konuşmayı dikte ederim ya da bitiririm, sen o yüzden sakin ol!!! Korkma, devam et...


OED. [İyice maymun olduk yahu, neyse...] Tamam peki. Benim sorunum şu. Özellikle fizikte, aynı zamanda kimya ve biyolojide çoğu zaman tekrarlanabilir ve değişmeyen bilgilere emprik yöntemlerle ulaşılabiliyor. Yani bilimsel epistemoloji ile değişmeyen ortaklıklar, sabit kategoriler ve aynı koşullar yaratıldığında her zaman tekrarlanabilen deneyler oluşturulabiliyor. Burada pek bir görecelilik göremiyorum. Diğer bir deyişle X2Y ve H2O'nun gerekli bilimsel epistomoloji sürecinden geçirilerek anlamlarının ayrılabileceğini düşünüyorum. Burada da Popper'ın aslında önemli olduğunu düşünüyorum.


PPG. Sen öyle düşünüyorsun da, o zaman sen Popper'a girmeden hemen Whorf'un meşhur yakıt bidonu örneğini vereyeyim. Unutma Whorf bir mühendis olarak yetişmiş, o yüzden sakın bu adam gazdan, bidondan ne anlar diye önyargılar geliştirme. Neyse, Benjamin (Whorf) abimizin dikkatini çekiyor ki, üzerinde dolu yazan yakıt bidonlarının yanında insanlar dikkatli davranırlarken, üzerinde boş yazan bidonların yanında insanlar çok daha rahat davranıyorlar, sigara içiyorlar falan. Ama fiziksel olarak üzerinde boş yazan bidonlarda, arta kalan yakıt ve daha önemlisi açığa çıkmış yakıt gazları var. Bu da bidonları aslında daha tehlikeli yapıyor. Ama insanlar kafalarında tamamen fiziksel bir sıfat olan ve bidonlarda sıvı olmadığını belirten "boş" kelimesini, aynı zamanda "tehlikesiz" olarak da anlıyorlar. Diğer bir deyişle kelime anlamlar kazanıyor. Whorf bunları değişik Amerika kıtası kabilelerinde inceleyerek örneklerini çoğaltıyor ve iyice ileri giderek insan grupları arasında mesela zaman kavramının nasıl değişik şekillerde anlaşıldığını ortaya koyuyor.


OED. Gerçekten çok ilginç. Bu tabi ki Chomsky'nin ve daha sonra Pinker'ın ortaya koyduğu teorilerden çok daha farklı.


PPG. Orhan kusura bakma benim kalkmam lazım. Bugün fazla garip davranmadın, o yüzden teşekkür ederim.


OED. Önemli değil, teşekkür ederim bu haftada geldiğin için. Haftaya yine buluşuyoruz değil mi? Hatta bu sefer seni bir akşam yemeğine çıkarayayım olmaz mı?


PPG. Yuh Orhan... Yuh. İki dakika aklın başka bir şeye çalışmıyor mu?


OED. Niye yahu.


PPG. Benim Boğaziçi Üniversitesi Bilim Kulübünde bir konuşmam var, ondan önce kulüp odasında buluşalım istersen. Ama artık bana asılmayı bırak Orhan, lütfen.


OED. Tamam tamam peki. [Bu hatun yemin ediyorum, bu nazından çekici geliyor bana herhalde] Haftaya kadar hoşçakal o zaman.

Oct 7, 2008

Maverics, ponds and oceans

Who you callin' a Maverick is a very interesting article in NYT about a Texan family, who carries the name Maverick. It is one of those "only in America" stories.

I, being an "alien" in America, am fascinated by American politics, albeit dissappointed. It is really sad that the American political discourse is trapped in a shallow pond. It is even sadder that this pond lies just a couple of steps from an ocean of interesting ideas.

The counter