‘Yaz’ olmalı idi ilk söylenen, ‘oku’ değil. Biz tanrısı değil miyiz bilincimizin? Bizim beynimiz değil mi her suçu unutan? Biz değil miyiz ki her düşünceyi çarpıtan? Yazmalıyız ki sözümüz kök salsın, yazmalıyız ki değişen anlamların geri dönebileceği, yeniden başlayabileceği bir evi olsun. Yazmalıyız ki, suçlarımız ve suçluluklarımız ve hatalarımız yüzümüze çarpılabilsin. Bu değil midir hayatımızın anlamı?


Add to Technorati Favorites

Search This Blog

May 31, 2008

Özdemir İnce'ye Mektup - DNA ve İslamcıların Kanları

Sayın İnce,

31 Mayıs 2008 tarihli "Allah akıl versin!" isimli yazınızın sonuç cümlesinde ima ettiğiniz "DNA taraması" yolu ile "İslamcıların birçoğunun damarlarında Rumlaşmış, Ermenileşmiş Anadolu yerli halklarının kanı" ibaresi çok problemli.

Kan ideolojik ve tarihsel olarak çok yüklü bir kavram. Her ne kadar kültürel anlamda Türk kanı, Yunan kanı, Anadolu kanı bir çok anlam taşısa da, biyolojik olarak hiç bir coğrafyaya veya topluluğa özgü bir "kan" yok. Hepimiz aynı kanı taşıyoruz. Evrimsel olarak çok yakın zamanda Afrika'da başlayan insan yolculuğunun ilk duraklarından olan batı ve iç Asya'nın toplulukları karışık evrimsel ve sosyal süreçler sonucunda ortaya çıkmış karmaşık bir genetik örgü oluşturmakta. Bu durumda ne Anadalu "kanından" bahsetmek mümkün, ne de "Türk" kanından. Her ne kadar siz de aynı olayı ifade etmeye çalışsanız da, genetik biliminin Rum'u, Ermeni'yi, Türk', birbirinden ayırabileceği iması yanlış anlaşılmaya son derece müsait.

Genetik bilimi biyolojik bir kavram olarak insan ırklarının anlamsızlığını defalarca kanıtlamış durumda. Ne yazık ki, tam da araştırmacıların bulgularının tersine, genetik bilgi sanki dünyadaki ırkların (veya etnik grupların) kesin, değişmez tanımını yapmak için kullanılıyormuş gibi anlaşılıyor. Entellektüel kimliğini öne çıkaran bir yazar olarak, bu tip konularda kavram karmaşasının önüne geçmek ve de kullandığınız terimleri özenle seçmek sizin sorumluluğunuz. Bu konudaki diğer yazılarınızda daha dikkatli olacağınız ümidi ile.

Saygılarımla,

May 23, 2008

Anatolia

First season of fieldwork in Central Anatolia. Summer 2004. Kardes Turkuler on my ipod.



"I am lost... I am lost in my own country.
"

These are the thoughts that haunted me as I drove a crappy station wagon, along the dirt roads somewhere near Nigde. The sun blew its unbearably hot breath from the windows and I passed ruins and hills and mounds and fields and villages.

I knew I had to stop in each of these small, worn-out, vanishing homes... I had to know who they were and I had to tell the world about them. I had to show how ancient and how important these people actually were. Yet, at that lost moment, I drove on.


And came a time the path took a left turn and there was nothing but the dark, dirty Central Anatolian yellow. I looked at my compass, as I knew I needed to go East and I kept driving.

May 5, 2008

The new exotic and the new cool!


Brooklyn Funk Essentials one of the many groups that have become regulars of the Istanbul music scene.

In the confusing, yet ever growing cultural maze of Istanbul countless groups and artists emerge in the last decade. For some, Istanbul, "where east meets west" became the new intellectual focus, as the east European cities were, when the grip of Soviets were weakening. For others, it represents a lost illusion of peace and tolerance. Others, who search for the 'safe exotic', found it in the hamams and whirling dervishes of the city. The more daring,went to the underground dens of vice, hidden in Beyoglu. It indeed has been a place for exotic and interesting social norms and histories and we pick and choose among them. Istanbul is becoming the new 'cool.'


I find this amazing and equally confusing. We, the conformist intellectuals of the 21st century, are shaping an illusion of a city for our own use.

The counter