‘Yaz’ olmalı idi ilk söylenen, ‘oku’ değil. Biz tanrısı değil miyiz bilincimizin? Bizim beynimiz değil mi her suçu unutan? Biz değil miyiz ki her düşünceyi çarpıtan? Yazmalıyız ki sözümüz kök salsın, yazmalıyız ki değişen anlamların geri dönebileceği, yeniden başlayabileceği bir evi olsun. Yazmalıyız ki, suçlarımız ve suçluluklarımız ve hatalarımız yüzümüze çarpılabilsin. Bu değil midir hayatımızın anlamı?


Add to Technorati Favorites

Search This Blog

Mar 31, 2008

An exotic train inside your soul -or our pathetic generation

The lost souls of the post-modern age hit us on the face everywhere we turn. Daarjeeling Limited by Wes Anderson is just another slap, a very gentle one, but a slap nevertheless...

It seems for the generation Y, or whatever my generation is called, there is no cause except a nihilistic emotional self-exploration and no ideology except an extremely sophisticated mourning for a colorful, exotic and irreversibly lost past.

Mar 18, 2008

Chronicles of a dissolving past

I am again feeling that familiar tingling in my stomach sitting in the seat numbered 107, facing the opposite direction to the train’s movement: a longing to escape. My kind seems to fear future; hence we prefer to look to the past for answers.


We live in the land of blurry, unsolved memories and present is always a train ride.

Mar 16, 2008

Marginalia on Marginalism in Contemporary Times

Radu and I wrote an article on Marginalism. It was recently published in the journal Exquisite Corpse. If you are interested here is the link.
Marginalia on Marginalism in Contemporary Times

Mar 14, 2008

Faces of Berlin

Many of the faces of Berlin are hidden deep under the uncomfortably familiar, serious, and dire grimaces. The moment we stepped outside of the train station, I felt the powerful, unblinking gazes of war, violence and separation. Berlin was branded with the Mark of Cain and it was hard for anybody to look past the ghosts of this city.

As Emma the storm blew over us violent and unpredictable, we walked past the colossal, ugly and powerful Soviet Embassy building –now obviously the Russian Embassy. It was the most unpleasing weather and it was hard to concentrate on anything but the most obvious.


Yet, my eyes caught the glimpses of life..

The people, young and old, seemingly oblivious to both Emma’s vicious touch and Soviets’ dire memory, were there: visible, moving, different, present, colorful, interesting. Life penetrated the atrocious memories of the city as the vivid green of the unyielding life cracks the stones.

In my head there is a map of Europe. Most of the places are still labeled as terra incognito. In the very center, I had marked Berlin with big Medieval letters, hic sunt dracones. Now, instead, it says: “Next time I have to party at White Trash Fast Food

La France qui se leve tot

How sad, simple and eternally greedy it is to look down to Earth from the expensive glasses of an economist.

A BBC article about French students quoted a person from the careers office of Montpellier University as she declared:

"In France, many young people don't study the right subjects..."I advise them they need practical qualifications to work. I come from the private sector and I know that private businesses need young people and, of course, that is where the money is, too. But our education system is a 'has been' - it's too rigid,"

When did we allow our universities to be governed by career offices, BBC articles and above all business?

I agree... Of course, unemployment is a problem. Of course, students would want to have good jobs. Of course, the reluctance of French academia to change is annoying.

But it seems that 21st century diminished the role of the University to a factory to produce "good workers." And nobody seems to be worried!!!

Mar 11, 2008

RealPolitik, Şiddet ve Neoliberalizm III: The Evil Youngsters

2005 protestoları bence unutulmaması gereken ve üzerinde tartışılması gereken bir olay. Oldukça uzun olduğu için kısım kısım, 3 gün aralıklarla yayınlayacağım. Bu üçüncüsü. İlginize.

...Ve insanlar konuştuğunda devlet dinlemek zorunda olmalı. Bu seferlik, Fransız Hükümeti dinlemek zorunda kaldı.

Ama bütün bu süreç içinde uluslararası medyanın tutumu beni en derinden etkileyen konu idi. BBC’nin raporu iyiler ve kötüleri birbirinden ayırıyordu:

“Çoğu öğrenci göstericiler ve onları destekleyen işçiler, tek amaçları polisle kavga çıkarmak olan gençler gelince, çabucak (olay yerinden) ayrıldılar. Yeni gelen 15-25 yaş arasında olan gençler, yüzlerini gizleyen kapşonlu elbiseler giymişlerdi. Bir çoğu kimliklerinin ortaya çıkmaması için yüzlerine maske takmışlardı. Bir kısmı ise polisin gözyaşı bombalarından etkilenmemek için atkılarını limon suyuna batırmış ve yüzlerine sarmışlardı. Gösteri polisine göre, bu gençlerin çoğu Paris’in dışındaki banliyölerden bela aramak için gelmekteydiler."

Bu yazının altmetni son derece açık. İyi çocuklar sorun çıkarmadan eve gittiler ama “bela arayan” kötü çocuklar bir sürü sorun çıkardılar. O kadar kötü çocuklardı ki bunlar, “polisin gözyaşı bombalarından etkilenmemek için atkılarını limon suyuna batırmış ve yüzlerine sarmışlardı.” Gerçekten .çok korkunçlar, zavallı Fransız polisi göz yaşartıcı bomba olmadan çok korumasız kalmış olmalı. Ama, asıl soru, BBC’nin bu konuda nasıl, niye ve hangi hakla ‘değişik tipte’ protestocular hakkında ahlaki yargılamalar yapmış olduğu.

Bir de Amerikan medyasına dönelim. New York Times bu olayların hemen sonrasında buyurdu ki:

“Fransa hükümeti, çok tartışılan iş yasasının şirketlerin daha fazla genci işe alacağını ve bu gençlerin kendilerini kanıtlamasına ve uzun vadede kalıcı işlere sahip olmalarına olanak sağlayacağını savunuyor. Ama bu yasaya karşı çıkanlar, yasanın işverenlere ucuz ve harcanabilir işgücü sağlayacağını ve Mr. Sylla gibi gençlerin yarım vardiye işlerde sıkışıp kalacağını söylüyor. Bu Amerikalılara ekonomi gibi görünebilir ama dünya globalizmin getirdiği değişimlerle başa çıkmaya çalışırken, Fransa başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinin çoğu quasi-sosyalist bir ideala inanmaya devam etmekte.”

Bu metnin altmetnini okumak daha kolay. Amerika’nın liberal market ekonomisi bugünkü dünyaya uyan tek yol ve quasi-sosyalist Avrupa kendi geri kalmış ideolojilerine saplanmış kalmış durumda.

Bütün bunları yazmamdaki asıl amaç aslında çok basit. Ekonomilerin verimliliği ve sistemin istikrarı herşeyden, en önemlisi insanlardan, daha önemli hale geldi ve bu beni rahatsız ediyor. Görünüş o ki, herhangi bir hareket neoliberal ideoloji ile uyumlu değil ise, yani eğer az ya da çok şiddet içeriyorsa veya neoliberal ekonomiye direk bir karşı çıkışsa (ki çoğu karşı hareket hemen metalaştırılıp, sistem içine alınıyor, o yüzden bu bile kolay değil), demokratik sol medya dahil olmak üzere, bir çok kanaldan irrasyonel ve verimsiz ilan ediliyor.

Baştan söylediğim gibi, Realpolitik ile, hele rasyonelite ile hiç bir alıp veremediğim yok. Ancak biz kişiler ve toplumlar olarak kararlarımızı sadece rasyonel ekonomik bağlamda alırsak, başta diğer insanlara olan empatimizi ve uzun vadede toplumlar olarak gücümüzü kaybederiz. Fransız göstericiler ‘gerçekte’ hiç bir şeyi değiştirmediler. En çok karşı çıktıkları Sarkozy, rahat bir şekilde Fransa’nın başkanı oldu. Ama yine de Fransız hükümetini ve dünyayı dinlemek zorunda bıraktılar. İnsanların seslerinin, internetin, televizyonların, bombaların ve makinelerin sesleri arasında kaybolduğu bir zamanda, bu insane umut veriyor.

Mar 8, 2008

RealPolitik, Şiddet ve Neoliberalizm II: Mutsuzlarin sesi

2005 protestoları bence unutulmaması gereken ve üzerinde tartışılması gereken bir olay. Oldukça uzun olduğu için kısım kısım, 3 gün aralıklarla yayınlayacağım. Bu ikincisi. İlginize.

Neoliberal Realpolitik batı demokrasisini ciddi şekilde ve çok fazla yerinden hançerliyor.

Bu konudaki duruşumu özetlemek için –2005’teki- Fransa’daki protestolardan (veya isyanlardan, veya başkaldırılardan) bahsedeceğim. Muhtemelen çoğunuz bu sene Fransa’da olanları az ya da çok takip etmişsinizdir. Hem genç ve iyi eğitimli ‘merkez’ gençleri, hem de marjinalize olmuş ‘banliyo çocukları’ belki adını koyamadıkları ama orada olduğunu bildikleri bir baskıya isyan ettiler. Bu hareket ne tam olarak sınıf çatışması olarak açıklanabilir, ne etnik ayrımcılığın biri ürünü olduğu iddia edilebilir ne de dinsel hassasiyetlerin dışavurumu olabilir. Paris’in sokaklarındaki grupların sayısı çok daha kapsamlı bir huzursuzluğu işaret ediyordu. Yoksul, toplumun kıyısında kalmış eğitimsiz, kızgın kalabalıkların içinden de gelenler vardı, Sorbonne’dan Paris’in coğrafi ve entellektüel merkezinden de. En önemlisi o kalabalığın içinde, düşük maaşla Cafe’lerde, sinemalarda, restoranlarda çalışan gençlerde vardı.

İşte tam bu noktada, bu ortaklıkta, Realpolitik benim için anlamını yitiriyor. Bu insanların hepsi, tek ses olmuş, bir yasaya, hem de fakirin de fakiri için tasarlandığı iddia edilen, ekonomik olarak marjinal gruplara iş imkanı sağlayacağı umulan bir yasaya, karşı çıkıyorlardı. İster anlamsız olsun, ister gerçeklik dışı olsun, o insanlar sistemin içinde tanımlanmamış bir retoriği ifade ediyorlar, önceden tanımlanmış taraflardan birisi olmak yerine, toplumun ve dünyanın durumundan duydukları mutsuzluğu ifade ediyorlardı. Ve bu insanların en büyük haklarından birisi olmalı her toplumda... Mutsuz olduğunu söyleyebilme özgürlüğü.

Ve insanlar konuştuğunda devlet dinlemek zorunda olmalı. Bu seferlik, Fransız Hükümeti dinlemek zorunda kaldı.

Mar 5, 2008

RealPolitik, Şiddet ve Neoliberalizm I: Duygusal Türkiye

G.'in googlechat kimliğinde bir youtube şarkısı vardı... Keny Arkana'nın "La Rage Du Peuple." 2005'teki Paris protestoları ve o konuda yazdığım bir yazı aklıma geldi... İki sene önce İngilizce yazdığım bu yazıyı Türkçeye çevirip sizle paylaşmak istedim, çünkü sonuç olarak 2005 protestoları bence unutulmaması ve üzerinde tartışılması gereken bir olay. Oldukça uzun olduğu için kısım kısım, 3 gün aralıklarla yayınlayacağım. İlginize.



Fransa’nın parlemontada tartışılan Gençlik Çalışma Yasasını geçirmemesi beni hem rahatlattı, hem de umutlandırdı. Fransız hükümetinin halkı dinlemek zorunda kalması benim için çok önemli bir işaretti. Ancak burada asıl yazmak istediğim, BBC ve New York Times’ın bu konuyu nasıl ele aldıkları. Global medyada, görünüş o ki, iki konu herşeyden daha önemli: RealPolitik ve iyi protesto ile kötü protesto arasındaki fark.

Ama önce Realpolitik ile ilgili kısa bir giriş. Türkiye’de ve muhtemelen çoğu ‘gelişmekte olan ülkelerde’ iç ve dış problemlerin çözümsüzlüğünün en önemli nedenlerinden birisi devlet ve demokrasi içinde modus operandi olarak Realpolitik’i uygulayan kurumların etkili olamaması olsa gerek. Bunun yerine, ülke, hem yerel hem de ulusal katmanlarda, kurumların ve kitlelerin duygusal, refleksiv hareketlerinin ekseninde hareket etmeye zorlanmakta. Bu duygusallık, özellikle Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinde, politik kararların ve gelişmelerin ideolojiler yaratmasına yol açmakta ve dolayısı ile Türkiye’nin insanları kendi ideolojileri çerçevesinde politikalar üretmek yerine, gelişmeleri ideolojileri olarak sahiplenmek durumunda kalmakta sanki. (Bu yazının yazıldığı sırada Türban konusu veya sınırötesi harekat önemli konular değildi, ama bu yazdıklarım onlar için de aynen geçerli).

Sonuçta Türkiye’nin Avrupa Birliği tarafından devamlı kandırıldığı hissi yayılmakta ve insanlar Avrupa Birliği’ne karşı veya taraf olarak saflaşmakta. Bu saflaşmanın oluşturduğu dialektiklerin sınırları genişletilebilir: Türbana karşı olanlar ve olmayanlar, Kürt haklarını savunanlara karşı Türkiye’nin bütünlüğünü savunanlar; Kemalizme karşı olanlar ve onun için kanlarını ‘ölmeye ve öldürmeye’ hazır olanlar. Allah’ın, Marx’ın, Atatürk’ün, Muhammed’in ismi toplantılarda, mitinglerde, yürüyüşlerde, sohbetlerde tekrar tekrar ama gerçek bir anlam ifade etmeden, kulağımıza çalınmakta. Bu da ‘gerçek’ politikaların, ‘gerçek’ isyanların, ‘gerçek’ değişimlerin gerçekleşmesine yardım etmiyor.

Bütün bunları söyledikten sonra asıl argümanımı yapabilirim: Neoliberal Realpolitik batı demokrasisini ciddi şekilde ve çok fazla yerinden hançerliyor.

The counter