Sayın Nuray Mert,
8 Ekim 2007 tarihli “Bilim budalalığı” isimli yazınız, olağandışı olarak, sığ, demogojik ve de entellektüel olarak kısıtlayıcı bulduğumu üzülerek belirtmeliyim. Her ne kadar yazınızda belirttiğiniz üzere, Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi (AKPM) gibi politik bir kurumun, bu tip tartışmalarda açık ve ahlaki bağlamda kararlar alması bana da abes gelse de, siz bu konuya eleştirinizi açık bir bilim karşıtı kampanyaya çevirerek yapmışsınız. Bilime yaptığınız suçlamalar entellektüel olarak derinliksiz, politik açıdan ise zaten üniversitelerinde, rasyonel düşüncenin serpilemediği politik duruşların bilimsel yeterlilikten daha fazla önem arz ettiği, garip, yetersiz ve de en önemlisi kalitesiz bir entellektüel ortamın dışına çıkamayan bir ülkede, manasız.
Alınan kararı “pozitivist, bilim budalalığı” olarak tanımlarken, hem tüm bilim insanlarını, hem de bilim epistemolojisini. Halbuki, AKPM’de alınan karar, politik bir kurum tarafından alınmıştır, bilimsel bir oluşum tarafından değil. Dahası, yazınızda, bilimle ilgili çok temel önyargıları ortaya koyuyorsunuz. Örneğin:
“Bilim, mevcut fizik ve biyolojik dünyanın keşfi, bu keşiften hareketle, fizik dünyada insan konforu lehinde icatlar ve biyolojik dünyada insan sağlığına yönelik gelişmelerin temelini oluşturur. Varoluşla ilgili soruların cevabını vermez, veremez. Bu, felsefe, yani spekülasyonun alanıdır.”
şeklinde bir genelleme yapmışsınız. Bu son derece sığ önerme, bütün bilim felsefesini olduğu gibi çöpe atmakla kalmıyor, felsefenin rasyonel epistemolojisini (özellikle mantık) hiçe sayıyor.
Ama yazınızın en garip yanı evrimi açıklarken teori ile varsayım kavramlarını aynı anlama geliyormuş gibi kullanmanız. Aynı Adnan Oktar ve diğer bilinen adı ile Harun Yahya’nın yaptığı üzere, teorinin mantık, “peer-review,” test edilme vb. süreçlerle ortaya çıkmış, devamlı yenilenen karmaşık bir düşünsel yapı olduğunu hiçe saymışsınız.
Yine genellemelerinizden birisinde, bütün aydınlanma söylemini ve tarihini hiçe sayarak “insan hakları ve demokrasi gibi konuların, evrim teorisiyle hiçbir alakası yoktur” diyerek aydınlanmanın, insan haklarının ve demokrasinin modernleşme süreci içerisinde birlikte geliştiği varsayımını görmezden gelmişsiniz.
Modern tarihte, bir çok politik ve insanı felaketin çarpık bir bilim adına yapıldığı saptaması doğrudur. Ama bugün Amerikan Devleti, sizin de devamlı belirttiğiniz üzerine Demokrasi adına insanlık suçları işlemekte. Bu demek değildir ki, Demokrasi bir kavram ve bir düşünce sistemi olarak “kötüdür.” Hatırlatmak isterim ki, bugün, bilimin kendisi, kendi tarihi ile hesaplaşmakta diğer tüm bilgi üretme yollarından daha başarılıdır ve sosyal Darwinizmin ve öjeni bağlamında yapılan haksızlıkları yine akademinin kendisi ortaya çıkarmıştır büyük ölçüde.
“Pozitivist dar kafalılar,” diyerek kınadığınız insanlar, bence akademinin içinde değil de, daha ziyade bilimsel epistemolojiyi, evrim teorisini ve bilgi üretme süreçlerini yanlış anlayan veya politik amaçlarla bilinçli olarak çarpıtanlar olsa gerek. Yaratılış tezlerini genelleyenler ve bunu politik araç olarak kullananlar bilim adamları değil, evrime açık bir savaş açmış dini gruplardır. Tam olarak ne olduğunu anlayamadığım “kadim dini gelenekleri” de indirgeyen çoğunlukla onlardır.
Bilginiz için söylüyorum Türkiye’de evrim teorisini kabul edenlerin oranı Avrupa'da sonuncu sıradadadır ve %30’un altındadır (J. D. Miller et al. Science 313, 765–766; 2006). Dahası, Türkiye’deki biyoloji öğretmenlerinin sadece %47’si evrim teorisinin doğruluğuna inanmaktadır (Somel et al. Nature 445, 147 2007). Halbuki, evrim teorisi biyoloji, tıp, ekoloji vb. bilimlerin temel olarak kullandığı, ve bilim dünyasının en sağlam teorilerinden birisidir. Bugünkü savunulduğu şekliyle (bkz. http://www.harunyahya.com/) yaradılışa inanan bir tıp doktorunun veya biyoloğun nasıl kendi işinde tutarlı olabileceğini düşünüyorsunuz bilemiyorum.
Yazınızı gerçekten esefle karşıladım. Amerika’nın dış politıkasına duyduğunuz tepkiyi anlıyorum. Ama bu tepki yüzünden, Türkiye’de zaten son derece kuvvetsiz olan bilimi ve daha genelde rasyonel düşünce sistemlerini bu kadar ağır ve dayanaksız eleştirmeniz gerçekten çok sıkıntı verici. Unutmayın ki, tek savaş, sizin savaşınız değil.
Saygılarımla
‘Yaz’ olmalı idi ilk söylenen, ‘oku’ değil. Biz tanrısı değil miyiz bilincimizin? Bizim beynimiz değil mi her suçu unutan? Biz değil miyiz ki her düşünceyi çarpıtan? Yazmalıyız ki sözümüz kök salsın, yazmalıyız ki değişen anlamların geri dönebileceği, yeniden başlayabileceği bir evi olsun. Yazmalıyız ki, suçlarımız ve suçluluklarımız ve hatalarımız yüzümüze çarpılabilsin. Bu değil midir hayatımızın anlamı?
Search This Blog
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
Ömer bey,
ReplyDeleteYazınız Nuray Mert'e oldukça iyi bir cevap niteliğinde. Ama ufak bir bilgi hatası var. Onu düzeltmek istiyorum:
Bilginiz için söylüyorum Türkiye’de evrime inananların oranı dünyada sonuncu sıradadadır ve %30’un altındadır (J. D. Miller et al. Science 313, 765–766; 2006). (Omer Gokcumen)
Dünyada değil Avrupada sonuncu sırada. Çoğunluğu müslüman olan ülkeler için ise en yüksek olanı diye tahmin ediyorum. Zaten kaynak olarak verdiğiniz çalışmaya sadece Avrupa ülkeleri, Japonya ve ABD dahil.
Bu arada birşeye daha değinmek istiyorum. Yazınızda kullandığınız "evrime inanmak" bence pek yerinde bir tabir değil. Mesela hiç "yerçekimine inanmak" diye birşeyden bahsediyor muyuz? Evrim de yerçekimi gibi bir olgudur, bilimsel bir gerçektir. Bu tip şeylerin inançla ilgisi olmadığını düşünüyorum.