Bu diyaloglara kısa bir giriş için tıklayınız.
Bir önceki diyalog için tıklayınız.
PERİHAN VE ORHAN BU SEFER ANKARA SAKARYA'DA NET PİKNİK'TE BULUŞMUŞLARDIR. RAKI İÇMEKTE VE DE MELİH GÖKÇEK'TEN KONUŞMAMAK İÇİN FELSEFE KONUŞMAKTADIRLAR.
Perihan Pekbilir Görece (PPG): Merhaba Orhan. Geçen sefer benim kadınsallığımı kullandığımı ima ettin. Emin ol çok şey var söyleyeceğim ama karıştırmıyorum (DOMUZ!!!) Onun yerine şimdilik sineye çekip sözü bu sefer sana bırakıyorum.
PPG – Hmmm. Fiziksel gerçeklik yok demedim ben. Sadece gerçeklikle, o gerçekliği algılamamız, yorumlamamız ve de dil içinde yeniden üretmemiz fiziksel gerçeklikten ayrı, tamamen bağımsız bir dünya yaratıyor.
OED - Biraz daha açar mısın?
From Budapest |
PPG - Bak mesela ben bu resmi Budapeşte'de çektim. Gerçek hayatta renkleri, dumanı vb. bu şekilde görmemiz mümkün değil. Ama değişik lenslerin ve modifikasyonların bu tip yüksek karşıtlıklı imgeler oluşturabileceğini biliyoruz. Aslına bakarsan bu fotoğrafı çekerken aynı olayı (uçakların geçişini) çıplak gözle gördüm, kamerada nasıl yeniden oluşturulacağını hayal ettim, kameramı kullanarak hayalimdeki yansımayı kaydetmeye çalıştım, ortaya çıkan imge o gerçekliğin yeni bir yorumu oldu.
OED - İyi de bu zaten bilimsel (ve hatta modernist) yaklaşımlara ters değil ki. Fotoğrafik imgelerle ilgili bu tip çıkarsamaları hatırladığım kadarı ile Susan Sontag'da yapıyor ama onu hiç karıştırmayalım istersen. Kimse herşeyi yüzde yüz bildiğini iddia etmiyor. Benim asıl meselem, bu gerçekliğin belli metodlarla daha isabetli ve de daha geniş açılarla algılanabileceği. Bu bence senin söylemine yakın, Popper mesela bir şekilde bilimsel epistemolojinin takip edilmesi halinde, yavaş yavaş gerçekliğe daha çok yaklaşılacağını düşünüyor.
PPG - Dur şimdi. Gerçeklik anlayışım için sana Putnam’ın alternatif evrenlerini ve de iki ayrı “su” kavramını analiz ettiği düşünsel deneyini örnek verebilirim. Ama bu gerçekliğin insan kültürlerinde nasıl değişik algılandığını Whorf’un antropolojik ve dilbilimsel örneklemelerinden çıkarsayabiliyoruz. Hem özellikle daha text ağırlıklı bilgilerin, özellikle de tarihin nasıl değiştiğini ve de “gerçek” tarihin olmadığını da savunuyorum. Bilimsel epistemolojiye gelince sonuçta o da ayrı bir kültür.
OED – Hmmm. Tamam anlıyorum ne demek istediğini galiba. Hani bir gerçeklik var ama buna asla erişemeyiz, her zaman bir görece söylem perdesinden bakacağız gerçekliğe. Ama ben sana bilimle ilgili söylediklerinde katılmıyorum. Bilimin de tam burada, diğer kültürlerden ve de bilme şekillerinden ayrıldığını düşünüyorum. Ama dur şimdi, Putnam ne yapmıştı ki bu kadar önemli ben bilmiyorum. Hem Whorf'u da tam bilmiyorum ben (Ulan şu öndeki kel herif iyice sinirime dokundu. Pis cüce)
PPG – Feminist harekete karşı ukalalıklar döşeneceğine biraz okusaydın fena olmazdı. (Neyse, içimde kalmadı.) Ama dur bu hafta yorulduk, haftaya anlatayayım.
OED – Bu arada Perihan bu sohbetleri çok seviyorum. Başka insanlarla bu kadar düzeyli konuşamıyorum.
PPG – (Nooluyo lan, herif direk yazdı, dur bakalım bunun sonu nereye varacak). Orhan sende olayı bir düzey, bir ilerilik gerilik düzlemine çektin. Ne düzeyinden bahsediyorsun. Hadi sen şimdi kafanı karıştırma, biraz daha konuşursak gelecek hafta açılırsın.