Frankfurt’un olmayacak kadar modern ve temiz ve yeni ve mükemmelliliğinin içinde üzerinden geçip gitmiş savaşın izlerini taşıyan havaalına indim bir Pazartesi... İçim bir yandan E.’yi görecek olmanın kıpırtısı, bir yandan da yeni bir ülkeye gelmenin o içimde mayhoş bir tad bırakan aroması ile karmakarışıktı. Haubtbahnoff yazısını izleyerek ulaştığım devasa terminalde bir elimde yeni çıkmış Harry Potter kitabı, öbür elimde bavulum bilet sırasına girdim. İşte tam o sırada gördüm üzerimde duran kocaman Departures ekranını...
“Yine merkezdeyim, merkezde olduğum için özgürüm.”
Bu acıklı sevinç bütün benliğimi sardı. Üzerimdeki pano’da neler yoktu ki, Amsterdam’dı gideceği yer 3 dakika sonra kalkacak trenin ve Berlin’di sonraki. Hamburg’a uğrayıp, İskandinavya’ya doğru hareket edecekti birisi. Frenk memleketine gidecekler arka arkaya dizilmişti zaten.
Olasılıklar, olasılıklar, olasılıklar... Ve ben yüzlerce özgürlük içinden birini seçebilirdim.
Çıkardım, pasaportumdaki bir senelik Schengen vizesine baktım. İçim hüzün doldu. Kimi hakettiğim, kimi haketmediğim ayrıcalıklarımdan birisiydi elimde tuttuğum. Hazindi dünyanın durumu... Bireyi daha çok özgürlükle kandırmak... Merkeze, zaten merkeze yakın olanları toplamak...
Almanya’nın ve Avrupa’nın tam merkezinde, elimde pasaportum ve öbür elimde Harry Potter sırada bekliyordum... Ve birden, sırayı bozmak istedim, yere çöp atmak veya yere tükürmek. Küçük bir protesto, minicik bir isyan. Tabi ki eylem, düşünce kadar ucuz değil benim için, aksi olsaydı o sırada duruyor olmazdım.
Tabi ki sıramı bekledim, ve beni E’ye götürecek küçük kağıt parçasına sorgusuz sualsiz 12 Avro verdim. Onlarca özgürlük arasından, beni Marburg seçti.
No comments:
Post a Comment